22 Nisan 2010 Perşembe

Hep Mi Çocuk Kalsaydık ?!...

Hasret duygusu gariptir insanda... Bazen birisini, bazen bir eylemi, bazen de birisini özleyebilmeyi özlersin hasret duyarsın.. En acısıdır aslında bu sonuncusu insanlığından utanmaya kadar gidersin, ben niye özlemiyorum sevmiyormuyum bu duyguya sahip değilmiyim yoksa diye.. Aşk,aile değildir bu sevgi sadece, tutkudur aynı zamanda bir şeye bir eyleme sahip olabilme, güzel anlar geçirebilmek için onu ta en derinlerde hissedebilmektir.. Ve ben şimdi geçmişimi özlüyorum hani o okul yolunda arkadaşlar ile sohbet ede ede gittiğimiz yolculuklarımızı asla yanlız yapmadığımız, okuldan çıkıp dershaneye, dershaneden çıkıp bazen yemek yediğimiz, bazen de bişeyler içip sohbet ettiğimiz o cafelere, kebapçılara,büfelere gitmeyi özledim bugüne nazaran çok daha saftı belki ama yetmemişti bana... Daha geriye gitmek istedim özleyeceğim şeyler aramaya; ilkokul döneminde zil çalar çalmaz defterin arasına kalemimizi, silgimizi sıkıştırıp biran önce kendimizi bahçeye attığımız tenefüsleri özledim, çok kısadır aslında o tenefüsler 10dk belki ama gene de o sürede koşu yarışları yapılır, kadrolar kurulur maçlar yapılır bir sonraki tenefüs yeni kadrolar ile devam edilirdi oyuna, beden dersinde düşünmeye daha çok vaktimiz olurdu adım alışırdık ilk kim hangi oyuncuyu alacak diye, halbuki ne farkederdi ki hepimiz bir topun peşinden top neredeyse biz orada mantığı ile koşardık birlikte o kadar kişi aynı şeyi yaparak eğlenirdik eğlenceyi paylaşırdık, ilkokul aşkımı düşündüm o zaman ilkokulda olmamıza rağmen bir kızın beni ilk kez heycanlandırdığı anı düşündüm içim ısındı, çünkü çok saf çok temizdi bu duygular o saflığı özledim, sonra yazılan aşk mektuplarını çarpık curpuk bir düzende yazılmış harflere, satırların altına kaymış noktalama işaretlerine, yanlış kullanılan harflere rağmen apaçık anlatır o yazı düşüncelerini, saf masum sevgiyi ve utangaçlığı sezersin o pembe dosya kağıdı veya defter yaprağında ordaki akıcılığı,açıklığı özledim ama gene yetinemedim... Biraz daha gittim gerilere anaokulu geldi aklıma öğlen uykusu saatlerimiz, akşam yemeklerimiz, oyun odasında oyuncakları paylaşışımız, uyuyan arkadaşları uyandırmayalım diye uyumasakta sessizce yatakalrımızda yatışımız, paylaşırdık o zamanlar oyuncakları yetmezdi çünkü hiçbirimize, saygıyı, o masumluğu kısaca zamanı paylaşırdık yanımızdakilerle bügünün aksine o saygıyı, o paylaşımı özledim... Şimdi herkes kendisi için yaşar olmuş kendisi için eğlenir, kendisi için alışveriş yapar,kendisine saygı gösterilmesi "önşartı" ile saygı gösterir, kendisi için heycanlanır, kendisi için bir yerden bir yere gider hatta ve hatta başkasına yaptığı iyiliği bile kendisi için yapar olmuş insan... Demiştim ya işte insan sürekli canlıları değil canlılık içeren eylemleri dahi özler diye işte bugün ben de ne ailemi,ne arkadaşlarımı özledim bugün sadece geçmişimi özledim, hasret duydum ve bu sayede tekrar eski güzel günlerimle mutlu oldum günümüz insanlarının tüm bencilliğine, saygısızlığına, anlayışsızlığına inat... Teşekkürler çocukluğum, teşekkürler içimizde bir yerlerde barındırdığımız saf duygular, sayenizde bir kez daha umudum yeşerdi kaybettiğimiz insanlığı geri alabilmek adına...

16 Nisan 2010 Cuma

Yılmaz Özdil'den alıntı...

İşte o satırlar...
Yumruk...
Kimse kimseye vurmasın.
Kimsenin burnu kanamasın.
Afrika’da açlık olmasın.
Yoksul insan kalmasın.
Nükleer silahlar çöpe atılsın.
Uzatabiliriz listeyi...
Söylemesi kolaydır çünkü.
Suya sabuna dokunmadan, “sağduyu” çağrısı yapabiliriz mesela... Nasıl olsa, bol keseden yapılan sağduyu çağrıları maaştan kesilmiyor. Veya, saldırgan kahveciymiş diye, ne şekerli ne sade bana müsaade deyip, bu mevzunun kenarından kenarından sıyrılabiliriz yılışıkça... Ya da, entel dantel barlarında kafası karışmış kızlara şirin görünmek için “esefle kınıyorum” da diyebiliriz.
Ama...
Bu tür köfte lafların, kafası karışmış kızlar dahil, kimseye faydası olmaz.
Soralım dolayısıyla... Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor?
Mayın demokrasiyse... Yumruk niye faşizm?
Dün seyrediyorum televizyonu, papyonlu bir arkadaş, “İzmir-Bursa hattında, Trabzon-Samsun hattında tehlikeli yapılanmalar var, oralara dikkat” diyordu... “Hakkâri - Diyarbakır hattı”nda olan ne peki? Oraya dikkat çekmeye gerek yok mu, Allah’ın papyonu?
Bir tanesi de “İlk kez bir parti liderine saldırılıyor” diyordu...
Mesut Yılmaz’ın burnunu kırmadılar mı? Demirel’e yumruk atılmadı mı? Özal’a ateş edilmedi mi? Ecevit’e İzmir’de kurşun sıkılmadı mı?
Normaldir demiyorum...
Niye “ilk” deniyor?
Başbakan geçmiş olsun diye aramış Ahmet Türk’ü, ki aramalı... Peki, Deniz Baykal’a niye geçmiş olsun yok? Taş atmak, yumurta fırlatmak şiddete girmiyor mu? Light linç olur mu?
Samsun’da polisler açığa alındı, ki derhal alınmalı... Van’dakiler niye yerinde duruyor hâlâ? Kandil’den gelenlerle otobüsün üstüne çıkıp şehir turu atmadığı için mi suçludur Baykal?
Bu kadar soru yeter... Cevaba gelelim.
Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu...
Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı.
Hukuku guguk haline getirirsen... “Ona göre başka, buna göre başka” işletirsen, olacağı budur.


Yazı yukarıdakidir arkadaşım, ben bugünlük susmayı tercih ediyorum bu yazı üstüne...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Ah Facebook Ah...

Sen yok musun sen!... Girdin bir anda hayatımıza, hayranı yaptın hepimizi güzel videoların, fotoğrafların, paylaşımların, oyunların güzel organizasyonların ile güzel grupların ile hayran yaptın bizi, gruplarına bile "hayran ol" sekmesi ekledin üyelik için çünkü üye olmak yetmezdi sana hayranı olmak lazımdı... Ve şimdi tüm bu güzelliklerin yanında içimizi yakan(!) hayranlığın bir kez daha tokat gibi çarpıldı suratımıza.. Tabi ben bunun altında kalmadım o tokatı paylaştım acı gerçeğin farkına varmamı sağlayanlar ile... Tokat nedir dersek; Doğum günü tebriki almak güzel bir şey gerçekten fakat bu sadece sanal diye nitelendirilen alanda kalıyorsa maalesef zevk vermiyor insana hatta moralini bozuyor... Cumartesi gecesi Facebook'u açtım baktım, doğal olarak doğum günü mesajlarımı, kimlerin yazdığını görebilmek adına ama bazı gördüğüm isimler keyfimi kaçırdı açıkçası... Tamam bazı arkadaşları anlayabiliyorsunuz çok fazla sohbetiniz yok günlük hayatlarınız hakkında bilginiz yok bir nevi tanışıklığınız var geçmişten veya şimdiden gelen fark etmez bu kişilerin size facebook ile mesaj atması çok doğal; fakat bazı insanlar var ki sizin için çok önemli olan ve onlar için sizin çok önemli olduğunuz işte o insanların mesajlarını görünce profil sayfanızda bozuluyorsunuz... Çünkü onlardan bir telefon bekliyorsunuz, yanınızda olamasalar bile en azından arayıp doğum gününüzü kutlamasını bekliyorsunuz... Ama öylesine düşüncesiz bir hal almışız ki bu can ciğer dostların oraya attığı mesajların aslında sadece "harf değeri" taşıyacağını aslında yakın arkadaşlığın sanal değil gerçek hayat üzerinden özel şekilde yaşanması gerektiğini arka plana atar olmuşuz, aslında bir nevi üşengeçliğimize mahkûm olmuşuz kimseler için bir şeyler yapmaz olmuşuz... Ama bilmezler ki benim hayatım için en önemli günümde yanımda olanlar, arayıp kutlayan insanlar, diğer yapmacık mesaj atan kişilerden çok daha önemli olacaktır... Doğum günleri, özel günler unutulur gayet doğaldır dünyada herkesin kafasında bir sürü olay var fakat önemli olan hatırlandığı zaman ne şekilde paylaşıldığıdır... Herkes başkalarının hayatındaki statüye göre paylaşmalıdır... İşte bunu beceremeyen değerlerine yakışır davranmayan insanlar, onlar benim hayatımdan bir elektrik kesintisi sonrasında çıkabilecekken diğer dostlarım her günümde yanımda olacaklarını gösterdiler bana... İşte bu yüzden kızgınım sana Facebook güzel olsan bile, iletişim ağı olsan bile farkına varmadan koparıyorsun bizi birbirimizden...

4 Ekim 2009 Pazar

Farklı Bir Medeniyet....

Bitti... Bir seyahat daha bitti... Fakat bu sefer garipti gittiğim yer, yaşayış tarzı, havası, etrafı her şeyi ile farklıydı... Arap yarımadasındaydım... Su kaynağının olmadığı, toz-toprak ikilemesinden tozun toprağında üzerini örttüğü, ortalama 40 derece sıcaklıkla yerden vuran sıcağın nefes alıp vermenizde saniyenin 10 da biri oranda olsa bile sıkıntı yarattığı bir toprak parçası burası ( orası )... İnsanlar beyaz entarileri ile kara çarşafları ile gezmekte etrafta, girdiğiniz her yer klimalı, sıcaktan soğuğa sürekli bir geçiş halindesiniz çatlamamak için tutuyorsunuz kendinizi, direniyor bünye... Hayatın akşam 7 den sonra başladığından bu saatten önce sokaklarında pek insan bulamıyorsunuz, neredeyse bütün binalar krem rengi ve beyazdan oluşup şehir yansıyan güneş ışınları ile aydınlatılıyor...Yabancı çok bu şehirde nüfusun %25'i sadece yerel halktan oluşuyor fakat diğerlerini kendilerine adapte etmeyi beceren bir halk...Oralı olmadığını biliyorsunuz karşınızdakinin fakat oralı gibi konuşuyor, oralı gibi davranıyor ve oralı gibi giyiniyor, adeta diyor ki: " doğduğum yer değil doyduğum yerdir benim memleketim..." Issız çöllerinde safariye çıkıyorsunuz, ıssız bucaksız kum tepeleri, tuz tepeleri güneşin üzerinize üzerinize parıldadığı o zorlu şartların ardından, filmlerde gördüğümüz vahalarda o buz gibi suya giriyorsunuz, belki suyun soğuğu değil sizin hissettiğiniz, su belki soğuk değil ama vücudunuz o kadar çok kızmış ki adeta "coss.." sesini duyuyorsunuz girince...Modern bir şehir orası aslında büyük alışveriş merkezlerinin olduğu, kendine has çarşısının olduğu, insanlarının sıcak olduğu, bölgenin en önemli yerlerinden birisi olan " İslam Sanatları Müzesi"'ne ev sahipliği yapan bu kültür eşiğini içinde barındıran bir yer burası... Beklenenin aksine, bu tutuculuğun aksine, gece 11 sonrasında dolan içerisinde her ulustan, her milletten farklı insanların tek bir amaç olan eğlence için bir araya geldiği gece klüpleri/barlar/loungelar/diskolar şaşırtıyor insanı.. Her yerde bunların olduğunu biliyorsun aslında fakat gözünle görünce gecesini ve gündüzünü farklı yaşayan bir toplum görüyorsun orda.. Gündüzler de geceler de başka kişilere ait bu şehirde... Arap körfezine doğru uzatmış ayaklarınızı sıcağın belki ufakta olsa teninizi yakmasını beklerken gözünüz körfezin meşhur teknelerine, o şirin fakat körfezin sembolü olmuş yatlarına takılıyor, hepsi tam bir işçilik harikası tam bir eser adeta...Toparlarsak; güzel izlenimler bıraktı bu şehir bende, aklımda güzel bir yer tuttu tarihe,eserlere olan düşkünlüğümden iyi faydalandı bu şehir...Unutmadan tabi; Bu şehir neresi mi?.. Katar'ın başkenti Doha...